Sherlock Holmes BBC serisinin ilk bölümünde Dr John Watson terapistine gitmiştir ve savaş dönüşü toparlanmaya çalışmaktadır. Terapistinin iyileşme sürecinde ona verdiği görev görev ise blog yazmasıdır. Terapist, blog yazmasının ona iyi geleceğini söyler. İlk zamanlar hiçbir şey yazamaz Dr Watson ama Sherlock Holmes ile tanışıp onunla vakaları çözmeye başlayınca blog yazması macerası da başlar. Çözdükleri ya da çözemedikleri olayları anlatır blog yazılarında.
Başlık bulma konusunda da ilginç sahneler yaşanır dizide. Çünkü blog yazısı kadar başlığı da önemlidir. Blogunu okuyanların sayısı gittikçe artar, cinayet vakaları, dedektiflik maceraları insanların ilgisini çeker. Gece sıfırladığı okuyucu sayma aracı sabah saatlerinde 1895 rakamını bulmuştur bile. Yani bir gecede blog yazısını okuyanların sayısı ikibinlere ulaşır.
Sherlock Holmes’un da kendi bloğu vardır ama onun bloğu da kendi kişiliğini yansıtan yazılarla, çıkarımlarla doludur. 240 farklı sigara külünden yapılan çıkarımlar vardır örneğin. Ama bu o kadar da ilgi çeken yazılar değildir.
Kızım Yaren 2008 yılında doğduğunda blogger olma maceram aslında tamamen kendimle ve kızımla alakalı bir şeydi. Onunla yaşadıklarımı unutmamak istedim. Ve diğer bir sebep de kızım büyüdükçe bir gün benim satırlarımı okumaya başladıkça beni daha iyi anlayabileceğini düşündüm. Benim yazdıklarım ona bir ışık tutacaktı. Tıpkı mektuplar gibi. Ve blogum ona bırakacağım bir miras olacaktı.
Şimdi bakıyorum 9 yıldır yazıyorum. Bazen ara verdiğim dönemler oluyor, belki bir hafta ya da iki hafta. Hatta ayları buluyor. Bir dönem kendim için blog yazmam dışında başka insanların da okuyabileceği yazılar yazma konusuna çok odaklandım. Biliyor musunuz, en çok da bu dönem kısır döngüye girdim. Yani hiç birşey yazamadım. Çünkü içimdekileri değil de dışımdakileri dikkate almaya başlamıştım. Oysaki zihnimdeki ses sürekli yazıyordu. Ama ben bu sesi dinlemek istemedim. En önemli şeyi atlamıştım, belki de zihnimdeki sesler dışımdakilere de zaten bir ışık olabilirdi.
Bunun farkına varmayı da Sherlock Holmes’a borçluyum ve onun sadık arkadaşına Dr John Watson’a. Onlar yazdıkça ben farkına vardım. Bu arada seriyi izlemenizi kesinlikle öneririm. En iyi Sherlock Holmes serisi bence. 🙂
Şu anda gerek sosyal medya gerekse blog dünyasına baktığımızda çok yazdığımızı görebilirsiniz. Bu arada çok yazıyoruz ama pek okumuyoruz; bu da işin farklı bir boyutu. Ve içerikleri de aslında başkaları çok beğensin, çok paylaşılsın, çok like alsın diye yazıyoruz. İçimizdeki seslere çok da kulak vermiyoruz. (Genelleme dışında kalan bloglar, yazılar var elbette.)
Oysa blog yazmak çok güzel bir şey. Yani iyileştirici bir gücü var. Ve kalemin gücü de içimizdeki sesler, kelimeler. Her şey orada yatıyor.
Bir fuarda imza günü için bulunduğumda, yanımda genç bir yazar da vardı. Onun da ilk kitabıydı ve çok heyecanlıydı. Neler yazdın? diye sordum ona, birkaç yıl boyunca yurt dışında deneyimlediklerini anlatmış. Öğrendikleri, yaşadıkları.. Başkaları da bilsin istedim, dedi. Bence en çok da böyle kalemler okunmalı. Annesi ona destek vermek için gelmişti ve can alıcı şey söyledi; “Çok söyledim ona, eğer kitabın aşk ile ilgili olsaydı, kitabın başlığı da bununla ilgili bir şey olsaydı daha çok satardın. Ama şimdi böyle bir şansın yok gibi güzel kızım.”
Bir süredir ara verdiğim blog yazılarına devam. Ama kendi içime dönme zamanı geldi ve yazılarım da içimdeki sesleri yansıtacak. Ama bilgi içerir, ama duygu bilemem. Bir anne olarak, bir mühendis olarak, bir kadın olarak çok ses var kafamda. Ve bana iyi gelen şey birinci şey ise blog yazmak.
Hiç takipçiniz olmasa da hatta özellikle takipçi sayısını umursamadan blog yazın siz de. Hiç kimse okumasın diyorsanız blogunuz defteriniz olsun, sadece size özel. Yada bilgisayarınızda duran bir Word dosyası. Nasıl isterseniz.
Ama yazın.
Sherlock Holmes’un Dr Whatson’a dediği gibi çok şey yazın.