16 Mart tarihinden itibaren evdeyim.  Oysaki Mart ayının ikinci ve üçüncü haftasında seyahatlerim, eğitim programlarım vardı. Bir gecede hepsi iptal oldu; tıpkı planları olan diğer insanlar gibi.  Bu noktada John Lennon’un sözü daha bir kıymetli sanırım; “Hayat sen planlar yaparken başına gelenlerdir”  Biz de bu dönemi planlarımızla değil de başımıza gelenlerle geçiriyoruz. 

Karantina günlerinde herkesin bilgi kaynaklarını paylaşması, ücretsiz erişim olanaklarının sağlanması çok ama çok değerliydi.. Bu sayede daha önce bilmediğim kaynakları ve alanında uzman kişileri keşfetmiş oldum.  Fakat bu tip paylaşımların sadece kriz dönemlerinde değil, her zaman yapılabiliyor olmasını da dilerim. Umarım bu konuda bir alışkanlık ve kültür kazanmışızdır. Ayrıca ülkemizde bu alanda da bir ihtiyacı gördük, tüm kaynaklara ulaşabileceğimiz toplu bir liste, adres yoktu. Dolayısı ile herkes kendi koleksiyonunu oluşturdu.

Bu dönemde hepimizin duygusal ve fiziksel potansiyelleri oldukça zorlandı. Evde kalmaya ve evden çalışmaya çok kısa sürede uyum sağlayanlar ve hatta bunun verimli olduğunu keşfedenler de oldu, çalışma hayatı alt üst olanlar da. Kendi açımdan, evden çalışmayı deneyimleyen bir kişi olarak çok da yabancısı olmadığım bir deneyim yaşıyorum. Bu dönemde de yine tam zamanlı olarak evden çalıştım ve çalışmaya devam ediyorum. Daha öncesinde görüşmelerimi, toplantı, eğitim vb etkinliklerimi gerçekleştirdiğim ofisime ise gitmedim hiç. Tüm koçluk ve mentorluk görüşmelerimi online olarak yapıyorum.  Online çalışmak da yabancı olduğum bir konu değildi, Pandemi öncesinde de yurt dışında bulunan bir danışanımla da zaten online koçluk-mentorluk görüşmelerimi yapıyordum. Ama diğer yüz yüze yaptığım çalışmalar için de bunun da olabileceğini hatta mekan ve zamandan bağımsız olarak birtakım faydaları olduğunu da gördüm. Elbette fiziksel buluşmaların yeri de ayrı. Ben “Hibritleme” modelinin çok daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.

Karantina günlerinde herkesin bilgi kaynaklarını paylaşması, ücretsiz erişim olanaklarının sağlanması çok ama çok değerliydi.. Bu sayede daha önce bilmediğim kaynakları ve alanında uzman kişileri keşfetmiş oldum.  Fakat bu tip paylaşımların sadece kriz dönemlerinde değil, her zaman yapılabiliyor olmasını da dilerim. Umarım bu konuda bir alışkanlık ve kültür kazanmışızdır. Ayrıca ülkemizde bu anlamda da bir eksiği gördük, tüm kaynaklara ulaşabileceğimiz, görebileceğimiz toplu bir liste yoktu. Herkes kendi koleksiyonunu oluşturdu.

Bazılarımız bu dönemde stresi çok farklı şekilde yaşadı. Kimimiz kendini geliştirmeye adadı, kimimiz  ise koltuğun bir köşesinde oturup hiçbir şey yapmadan geçirdi; umutsuzca ve kızgınlıkla olanları takip etti. Kimisi de öfkesini, stresini sosyal medyada daha çok gezinerek ve paylaşarak attı. Kimimiz de bolca pişirerek ve yiyerek. Mutfakla arası iyi olmayan şahsım bu dönemde de mutfağı pek sevmedi, sevgili ailem beni affetsin:)

Yine kendimi düşündüğümde ise çoğunlukla yeni şeyler öğrenmeye ama biraz da düşünmeye adadığımı gördüm. Düşünmek eylemini özlediğimi fark ettim. Aslında bu dönemde herkesin ihtiyacı olan şey de tam da buydu; düşünmek, kendini tanımak, hayallerinle buluşmak ve içindeki sessizliği keşfetmek.  Burada da yine defterime düşen sözlerden biri aklıma geldi, “İçinizdeki sessizlikle temas etmeyi öğrenin ve bu yaşamda her şeyin bir amacı olduğunu bilin.”  – Elisabeth Kübler-Ross

Geçenlerde sokak röportajlarının birinde sosyal medya kurallarına uymayıp, kalabalığın içinde gezinen bir vatandaşa sordu muhabir; “Neden evde durmuyorsunuz?” Sorunun yöneltildiği erkek vatandaş ise sert bir tepki ile cevap verdi, “Evde durup ne yapayım, tavana mı bakayım“. Aslında tavana bakmak ve düşünmek gün içerisinde belirli bir zamanda yapılması kıymetli bir eylem bana göre.

İşin en zorlu tarafını ise çalışma hayatında ve gelirimizi kazanmada yaşadık; kimilerimiz işini kaybetti, kimilerimiz ücretsiz izine ayrıldı. Kendi işini yapanlar da farklı şekilde etkilendi tabi. Kimi sektörler ve girişimler için yeni fırsatlar doğdu, kimileri için de kötü günler kapıya dayandı. İzlerini de uzun bir süre yaşayacağız görünüyor. Bu noktada yeni eylemler almamızın farkında olmak çok önemli. Belki de çalışma alanlarımızı değiştirmek gerekecek ya da iş yapış şekillerimizi yeniden gözden geçireceğiz. Diijitalleşmenin artık konuşulan değil de uygulanması gereken bir şey olduğunu da umarım da anlamışızdır. Bu dönem sonrasında İş Modeli İnovasyonun kıymetli olacağını düşünüyorum. Geçenlerde Hollanda / Amsterdam‘da Corona Virüs sonrası yeniden hizmet vermeye hazırlanan bir restoranın haberi çıktı. Aşağıdaki resimde gördüğünüz gibi getirdiği yeni standartlarıyla sektöre yönelik değişimlerin ve gelişimlerin de habercisi bana göre. Üstelik Haziran sonuna kadar masaların tamamını satmış bile.

Yeni dönem ile ilgili o kadar çok konuşma yapıldı ki, bir bilgi çöplüğünde kendimi bulmamak için bilgisine, görüşlerine, uzmanlığına, bakış açısına değer verdiğim insanları dinlemeye çalıştım. Sanıyorum bu alışkanlığıma da her daim devam edeceğim. Çok değerli webinarlara katıldım, çok güzel şeyler öğrendim. Bence bu webinar kültürü her daim devam etmeli.

Şimdi normalleşme! dönemine geçiş yaptığımız şu günlerde bizleri nasıl alışkanlıklar ve nasıl bir dönem bekliyor tam olarak ben de bilmiyorum. Benim kafamdaki belirsizlik henüz netleşmedi. Gerçeği hep birlikte keşfedeceğiz. Ben bir şeylerin değişmesi gerektiğine inananlardanım. Yaşadıklarımızdan gördüklerimizi, duyduklarımızı, hissettiklerimizi ve öğrendiklerimizi içselleştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. İş yapış şeklimiz, sosyal alışkanlıklarımız, öğrenme ve öğretme biçimlerimiz değişmeli. Yeni yetkinlikler kazanmamız gerekiyor belki de. Aslında bu değişim, gelişen teknoloji ile birlikte zaten kaçınılmazdı ama Pandemi dönemi bu süreci ve yeni trendleri hızlandırmış olacak.

Sosyal medyada da paylaşmıştım; Pandemi dönemini “Momo” kitabında anlatılan bir sokağa benzetiyorum. Momo kitabında “Hiçbir Zaman Sokağı” vardır. Daracık bir sokaktır burası, başka sokaklara benzemeyen. Sokağın sonunda da tek bir ev vardır. Momo ve Kaplumbağa bu sokağa geldiğinde eve doğru yürümeye çalışırlar. Kaplumbağa eve varabilir ama Momo bir türlü gidemez. Her adım atmaya çalıştığında geri geri gider. Sanki güçlü bir rüzgar onu engellemektedir. Yol arkadaşı Kampumbağa ona seslenir, “geri geri yürü” der. Momo geri geri yürümeye başlayınca ilerlediğini görür ve kapısının üstünde “Hiçbir Yerde” yazan evin önüne varır. Biz de bu dönemde ilerlemeye çalışıyoruz ama bir türlü gidemiyoruz. Belki de geri geri adım atmak gerekiyor. Bu, teknoloji ya da bilgi anlamında bir geri adım atmak değil. Temel ihtiyaçlarımıza ve değerlerimize yeniden sahip çıkmak anlamında. Bir sokakta yürüyebilmek, bir bankta oturabilmek, bir sevdiğine sarılabilmek… Bunların kıymetini yeniden öğrenmek ve bilmek. Ve geleceği anlamak için An‘da yaşayabilmek. Bence o zaman ilerleyeceğiz. Değerlerimize yeniden sahip çıkarak.

Geçenlerde dinleyici olarak katıldığım yenilikçilik temalı bir webinarda konuşmacının biri yeni dönem ile ilgili görüşlerini anlatırken, bizim toplumumuzda çok fazla bir değişim beklemediğini, huylunun huyundan vazgeçmeyeceğini söyledi. Örneğin, çalışma hayatımızda beklediğimiz değişim pek de gerçekleşmeyecek, evden çalışmaya bir geçiş olmayacak. Ofislerde, plazalarda bir araya ve iş yapmaya devam edilecek. Çünkü huylu huyundan vazgeçmez.

Sonrasında çok düşündüm bu sözü, aslında değişim süreçlerinde kaybettiğimiz konu hep burası oluyor; huyumuzdan vazgeçmek istemiyoruz. İster bireysel olsun ister kurumsal olsun bu hep böyle.  Yenilik üretmede de en büyük problemimiz bu zaten; mevcut koşullara ve alışkanlıklara sıkıca sarılmayı tercih ediyoruz. Değişim bizi korkutuyor, yeniliklerin bizi al üst etmesinden çekiniyoruz.  Sanayide sahada olduğum dönemlerde de hep bunu gördüm. Farklı açılardan bakmayı, yeni trendleri keşfetmeyi, yeni fırsatları değerlendirmeyi engelleyen de yine huyundan vazgeçmeyen huylulardı. Zaman zaman bazı kurumlarda çalışma yaparken, bir kurumun içinde değişime karşı çıkan, huylarına sıkı sıkıya bağlanmış birkaç kişinin büyük bir kurumun değişimini nasıl da engelleyebildiğini gördüm ve bizzat deneyimledim. Bu herkes için mi geçerli? Kesinlikle hayır. Etrafımda hem bireysel hem de kurum olarak da yapanları görebiliyorum.

O zaman bizim burada düşünmemiz gerek konu, huyluyu huyundan vazgeçirmek için neler yapılmalı? Burada kimlere hangi görevler düşüyor?

Daha yenilikçi, daha sağlıklı, daha bilgili bir toplum ve dünya yaratmak için, değişimleri hızlıca ve pozitif yönünden kucaklamak için bana göre HUYLU’yla buluşmak ve onunla çalışmak gerekiyor. Burada kişisel, sosyal çabalarımızın dışında profesyonel olarak da Mentorların, Koçların, Eğitmenlerin ve ihtiyaca göre psikoloji biliminde emek veren tüm kişilerin çok önemli görevleri ve katkıları olacak.

Özellikle kurumların çalışanlarına yönelik bireysel ve grupsal olarak bu kapsamda yapması gereken önemli çalışmalar olmalı. Bu ister eğitim olsun, ister koçluk ister mentorluk olsun, çalışanların hikayelerine dokunabilmek, katkı sağlayabilmek kurumların da verimliliğini arttıracak. Kriz dönemini en az hasarla atlatmak ve yeni fırsatları yakalamak istiyorlarsa bunu yapmalılar.

Ve bir diğer nokta da, normalleşme döneminde bireylerin duygularını nasıl yaşayacakları ve nasıl iyileşecekleri. Bu dönemi iyi atlattığını düşünenler de belki alt üst olu kendilerini kaybolmuş hissedecekler, bilemiyorum. Ama çok sayıda karmaşık zihinler, alt üst olan hayatlar ve kariyerler var. Değişen zihinler, hayaller ve hedefler ile sorulması gereken çokça sorular var. Bu noktada da yine biz koçlara ve mentorlara önemli görevler düşüyor.

Bir Japon Atasözü vardır, “Yedi kez düş, sekiz kere kalk“. Çok düştük, düşmeye de belki devam edeceğiz ama kalkmayı da başaracağız. Hep birlikte.

Yazar Hakkında

admin

Yorum Yaz