Çocukluğumun ve gençliğimin en güzel anılarından biri de annemle olan çay sohbetlerimizdir. Çayı oldum olası çok sevdim ve halen de benim baş tacım.  O zamanlar beş çayı zamanı geldi mi çayın yanında annem mutlaka bir şeyler hazırladı. Peynirsiz, simitsiz ya da çökelek salatasız bir beş çayımız olmazdı bizim. Bir de bu sofranın bir ana kahramanı daha olurdu ki o da kaynana sopasıydı 🙂  Evet, yanlış okumadınız; “kaynana sopası” yani aslında diğer bir adı ile Galeta. 🙂

O dönemde bizim memlekette, annemin ve çevremdeki kişilerin galetaya kaynana sopası demesi ile ben de bu sözcüğü öğrenmiştim. O kadar çok kanıksamıştım ki sanki “Galeta” benim için farklı bir sözcüktü, doğrusu olan ise bu yiyeceğin adı kaynana sopasıydı. Bu sözcüğün kökenini hiç bir zaman sorgulamadım. Sadece çubuk şeklinde olduğu için böyle deniyor diye düşündüm.

Üniversiteyi kazandım, memleket dışına çıktım, bir gün kaldığım kız yurduna dönmeden önce İzmitli bir arkadaşım ile unlu mamuller satan bir yere girdik. Canım da nasıl kaynana sopası istedi anlatamam size. Aileye duyulan hasret memlekette yediğin içtiğin şeylere de yansıyor sanırım. Arkadaşım ile birlikte birkaç simit ve poğaça aldık ve sonra derken ben can alıcı soruyu sordum mekan sahibine, “kaynana sopası var mı acaba?” Adamcağız yüzüme, “ne diyorsun evladım” der gibisine baktı. Baktım arkadaşım da yan yan bakıyor bana, iyi misin sen diye. Bense onları hiç anlamıyorum. Kaynana sopası istiyorum sadece. Söylediğim şey benim için o kadar çok doğru ki, onların anlamaması bana göre çok tuhaf bir şey. Sonra birkaç defa daha istediğim şeyi tekrar ettim ama baktım ki anlaşamıyoruz, ne istedğimi görsel olarak tarif ettim. Galeta diyorsun yani dediler ve istediğimi elime tutuşturdular. Çıkışta arkadaşım, “İlahi Çiğdem, nedir bu ya, galetaya kaynana sopası denir mi allah aşkına” demişti 🙂

Benim için hiç aklımdan çıkmayacak bir anı olarak kaldı bu olay. Şimdilerde ise sadece galeta diyorum ama zihnimde kaynana sopası yerini koruyor.

Bu anım, geçenlerde Günışığı Yayınlarından çıkan ve Andrew Clements tarafından ayzılan “Bunun Adı Findel” isimli kitabı okurken yeniden canlandı gözümde. Kızımın bir çırpıda okuduğu ve”Anne mutlaka okumalısın, harika bir kitap” diye önerdiği “Bunun Adı Findel’i elbette hemen elime alıverdim. Kitabı da iki saatte bitirdim.

Sözcüklerin hayatımıza nasıl girdiği benim de bir dönem aklıma takılan bir konuydu. Örneğin, ben bu sedire niye sedir diyorum, sedir sözcüğünü kim bulmuş? diye sorardım kendime. Ama o dönemler bunu merak ederken, “ben de yeni bir sözcük üreteyim” diye bir fikir gelmemişti aklıma. Ama kitabımızın kahramanı Nick’in aklına böyle bir fikir geliyor ve kaleme Findel demeye başlıyor. Nick’in bu masumca başlattığı oyunun peşi sıra olaylar olaylar da büyüyor.

Kitapta edebiyat öğretmeni Bayan Granger’ın Nick’e yazdığı mektup ise beni çok duygulandırdı. Hayatımızda bazı insanlar ve bazı olaylar derin izler bırakabiliyor.

Bence “Bunun Adı Findel“’i mutlaka okuyun, okutun. Çocuklar için 9 yaş üstü uygun diye düşünüyorum. Ama yetişkinler de okumalı mutlaka. Özellikle dil konusunda çocuklarda farkındalık yaratacak bir öykü olduğunu düşünüyorum.

Bir de kitabın sonunda kendi sözcüğünüzü üretin. Hatta çocuğunuzla öğrencilerinizle birlikte yeni sözcük üretme oyunu oynayım. Belli olmaz, keşfettiğiniz yeni sözcükler belki de sözlüklere giriverir. 🙂

Yazar Hakkında

admin

Yorum Yaz