Şu an okuduğum “Benim Balığım Yaşayacak” isimli bir kitaptan öğrendim. Evden Ayrılmak, dünyevi hayatı bırakıp bir manastıra kapanmak anlamına gelen bir Budist deyimiymiş. Ayrıca ünlü Zen Üstadı Dōgen, en önemli kitaplarından biri olan “Shobogenzo” isimli kitabının 86. Bölümünde “Evden Ayrılmanın Faziletleri “ başlığını kullanmış. Manastırlardaki keşişlere bu başlıkta bir ders de veriliyormuş.
“Hayat ve Ölüm, “Evden ayrılmanın Faziletleri” nin ana temasıydı. Dögen, genç orman keşişlerine devam etmelerini, kararlarına ve aydınlanma yoluna nefes aldıkları her an sadık kalmalarını öğütlemişti. Hayat Çok Kısa! Değerli Hayatınızın bir anını bile ziyan etmeyin.Uyanın şimdi! Ve Şimdi! Ve Şimdi!
Bu satırları okuduğumda şöyle bir düşündüm; hayatımızın belli bir düzende ve rutinde gitmesi için çabalıyor, en ufak bir değişime bile ayak uydurmada sıkıntılar çekebiliyoruz. Bir yere, bir düzene bağlı kalmak ve bu rutinde yaşamak bize çok daha kolay geliyor. Bu rutin hayat içindeki karmaşaya, kaosa, kavgalara, gürültülere, kırılganlıklara da alışıyoruz. Adeta bağımlı hale geliyoruz.
Son 1,5 yıldır ailecek izlediğimiz bir program var. Kızım da çok seviyor. Travel Channel isimli yabancı bir kanalda “Uluslararası Ev Avcıları” isimli bir program. Hayatında değişiklik yapmak isteyen ya da yapmak zorunda olan kişilerin yeni bir ülkeye taşındıklarında, ev ihtiyaçlarını gidermek için yeni ev arayışlarını anlatan bir program. O ülkenin emlakçısı, ev arayışında olan kişi ya da aileye yardımcı oluyor, hayallerine, isteklerine ve ihtiyaçlarına en uygun evi bulmaya çalışıyor. Bu kapsamda da 3 farklı ev önerisinde bulunuyor. Programda kişinin neden başka bir ülkeye taşındığının hikayesi de anlatılıyor. Ve çoğu zaman bu hikaye, “hayatımda artık farklı bir şeyler yapmak istiyorum” diyen kişilerin ya da ailelerin hikayeleri oluyor.
Daha geçen gün seyrettiğimiz programda, bir karı koca çift, sahip oldukları büyük bağ evini ve şarap bağlarını satarak Fransa’ya taşınma kararı almışlardı. Kocaman bir arazi içinde yer alan bağ evlerini satarak Fransa’da ara sokaklarda 50 m2’lik bir ev satın aldılar. Ev o kadar çok küçüktü ki, yatak odası ile mutfak birdi. Ama özelikle çift, evin Fransa’nın kültürünü yansıtan, o havayı veren bir ev olmasını istiyordu. Bu yüzden bu küçük eski evi seçtiler.
İzlerken hayretler içinde kaldık ve aldıkları bu değişim kararı bize inanılmaz geldi. Ama sonra düşündüm, bu çiftin bir hayalleri vardı, ve artık hayatlarının bundan sonraki kalan kısmını da bu hayali gerçekleştirerek yaşamak istiyorlardı. Sahip oldukları herşeyden vazgeçerek, evlerinden, memleketlerinden ayrılarak başka bir ülkede ve farklı bir kültürde yaşamayı seçmişlerdi.
Bir ev değiştirmek bile bazen bizim için çok büyük bir değişim olur. Şehir ya da ülke değiştirmek ise çok radikal kararlardır. Yeni bir iş, yeni bir hayat, yeni kültürler çok kolay kabul ettiğimiz şeyler değildir. Peki böyle olmak mı gerekiyor yoksa radikal kararlarla hayatı bazen değiştirmek mi? Yani bir şekilde evden ayrılmak mı?
Zor bir soru…Düzeni seviyoruz ama düzene bağlı kalarak kendimizi de manen yavaş yavaş öldürebiliyoruz. Hayaller ikinci plana atıyor. “Emekli olunca…” diye başlıyor tüm istekler.. Ve bulunduğumuz yerde kalmayı tercih ediyoruz.
Ama sanıyorum biraz cesur olmak lazım. Bizi hayata daha canlı ve istekli bağlayacak olan aslında yapacağımız ve yaşayacağımız bu değişimler. Bu değişimlere izin vermek ve yaşamak gerekiyor.
Çocuklarımızı da bu değişime karşı cesur ve hazırlıklı bireyler olarak yetiştirmek gerekiyor.