Bugün eski bir dostumla bir araya geldik. Çocuklarımızın da yaşları birbirine yakın olunca, onlar da biraraya gelince sevinçten deli oldular. Gittiğimiz mekanda ilk işleri oyun alanına yönelmek oldu. Oyun alanına vardıklarında yeni kurulan zıpzıpı görünce birden sevinç çığlıkları atmaya başladılar. Nasıl bir çığlık anlatamam. Üstlerindeki montları zorla çıkarabildik. Kalpleri sevinçten ve heyecandan küt küt atıyor. Nasıl bir mutluluk anlatamam.
Arkadaşım, “En son ne zaman böyle mutluluktan çığlık attım hatırlamıyorum” dedi. “Haklısın” dedim, sonra sohbete daldık.. Ama bu sözü aklımdan hiç çıkmadı.
Ben de düşündüm kendi kendime, en son ne zaman sevinçten çığlık attım diye. Baktım ki hiç hatırlamıyorum. Yoksa hayatımda hiç sevinç çığlığı atmadım mı? diye sordum kendime?
Oysa çocuklar için en küçük şeyler bile ne kadar da büyük bir mutluluk kaynağı olabiliyor. Bir zıpzıp bile onları çok mutlu edebiliyor. Mutluluk onlar için sadece zıplamak olabiliyor.
Büyüdükçe neden mutlulukları daha büyük şeylerde aramaya başlıyoruz, neden minik şeyler bizi mutlu etmiyor artık. Ya da neden hep mutluluğu bir yerlerde aramaya çalışıyoruz, belki de mutluluk o an sadece nefes alışımızda.
Maddi sahip olduklarımız değil de, belki de sadece manen sahip olduklarımızda mutluluk.
Belki de biz yetişkinlerin de çocuklardan öğreneceği çok şey var. Bunun en başında da “Nasıl Mutlu Olunur” gelmeli. Sonra diğer bir ders de belki de “En Son Ne Zaman” dersi olmalı.
En Son Ne Zaman….
Aynanın karşısında deliler gibi ders ettin,
Sevinç çığlığı attın, hiç kimseye aldırmadan,
Bisikletle doyasıya gezdin, arkadaşlarınla yarış yaptın,
Uçurtma uçurdun,
Bir filmi kahkahalarla seyrettin, başka hiç birşey düşünmeden, sadece filme odaklanarak,
Bir kağıda rengarenk resimler çizdin,
Ellerini parmak boyalarla kirlettin,
Çamurla, toprakla oynadın,
Pis suyun içinde sırf oyun olsun diye zıpladın,
Yerlerde sürünüp, bir oraya bir oraya kendini savurdun,
Havaya uçmak istercesine zıpladın,
En Son Ne Zaman…
Bir ağaca tırmandın,
Salıncakta deliler gibi sallandın,
Kumlarda oynadın, kovalarla kaleler yaptın,
Gökyüzünü öylesine seyrettin, bulutlara isimler verdin,
Pencere kenarında duran kuşları elinle besledin,
Sokakta gördüğün bir köpeğin ya da kedinin başını sevgiyle okşadın,
En sevdiğin oyuncağa sarılarak uyudun,
Masal dinleyerek uyudun,
En Son ne Zaman Mutluluktan Çığlık Attın, Ne Zaman?
Ne dersiniz, çocukların öğretmen, bizlerin de öğrenci olacağı bir Mutluluk Okulu kurulmalı aslında. Onlardan nasıl mutlu oluruz konusunu öğrenmeliyiz bu okulda.
Çocuklarla çocuk olacağımız dersler yapmalıyız. Sadece kahkahaların sesi gelmeli sınıftan. Bazen de huzurun sessizliği olmalı.
Onlardan en küçük şeylerden bile nasıl mutlu olunacağı öğrensek. Sevmeyi, güvenmeyi, iyiliği, şefkati öğrensek yeniden
Hayal gücümüzü güçlendirsek onlarla,
Mutluluk Okulu’na çok ihtiyacımız var aslında…
Can Yücel’in de dediği gibi
“Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, oh ne güzel yine uyandım diye sevin.
Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin.. “