Mektup yazmanın yeri bende ayrıdır. İnsanın kendini en iyi şekilde anlatma yolu olduğuna inanırım. En gerçeği ile karşınızdakine söylemek istediğiniz herşeyi  yazdığınız cümleler ile anlatıverirseniz. Karşınızdakine anlatamadıklarınız, söylemedikleriniz, aklınıza gelemeyenler ya da konuşurken unuturum belki dediğiniz ama sizin için söylenmesi çok elzem şeyleri mektupla  iletebilirsiniz. Ben böyleyimdir, konuşamadıklarımı mektupla yazarak karşımdaki kişiye iletirim.

Zaman zaman kızıma mektup yazarım, birkaç defa da eşime yazdım. Çok kızgın olduğum ve affedemediğim kişilere de yazdığım mektuplar var. Kırgınlığımı en güzel ve en doğru kelimelerle ifade ettiğim mektuplar.

İşte ben bu yüzden hep mektup yazarım ve yazmaya da devam edeceğim. Eğer hiç denemediyseniz tavsiye ederim, gerçekten bu şekilde kendinizi çok güzel anlatabiliyorsunuz ve rahatlıyorsunuz.

Bundan 10 yıl önce bir kaynaktan bulduğum, Cemal Süreya’nın eşi Zuhal’e yazdığı mektubu da bu nedenle saklamışım. Eski sakladığım yazılara bakarken yeniden okudum ve paylaşmak istedim.

Bir sevgi ancak bu kadar güzel anlatılabilir.

Cemal Süreya’dan eşi Zühal’e

12 Temmuz 1972 Zuhal’im, hayat!

Hayatımsın. Bunu bilmeni isterim. En önce bunu bilmeni. Bir de şeyi bilmeni isterim: benden yanlış yere, yok yere kuşkulanıyorsun. Sana hiçbir zaman hayınlık etmedim ben. Edemem. Kaç yıldır evliyiz, yan yanayız. Hâlâ başım dönüyor senlen, esrikim senlen, seviyorum seni. Her geçen gün daha büyük bir aşkla. N’olur, akkavakkızı, anla beni. Bu sevgimi hor görme. Kendininkine uydur, yakıştır. Bu satırları ilk evimizin altındaki kahvede yazıyorum. Ve ben seni o ilk günlerdekinden daha büyük bir tutkuyla seviyorum. Biz iki ayrı ırmak gibi ayrı yerlerden kopup geldik, kavuştuk bir noktada, yanıbaşımızdan küçük bir kol da alarak büyük bir nehir meydana getirdik; birlikte akıyoruz şimdi. Nicedir bu böyle. Hep de böyle olacak. Denize dökülene, ölene dek. Bizim için tek koşul mutluluk olabilir. Hiçbir şey bozamaz birliğimizi. “Üçüz, gözüz biz.” Sen de öyle düşünmüyor musun? Ne tuhaf, son bir iki ayda seni, benden biraz uzaklaştın, araya mesafeler, tedirginlikler sokuyorsun diye düşünürken, o sırada sen de aynı şeyleri düşünüyormuşsun. Bunlar aşkın halleri, aşkın zaman zaman kişinin önüne çıkardığı ezinçler, üzünçler herhalde. Bunu böyle yorumlamak gerekir. Bir de seviyorum seni. Tek dalımsın. Memo’yla birlikte, ama ondan da öncesin. Bunu böylece bilesin. Bilinmelidir bu.

Kahvenin önünden otomobiller geçiyor. Bir tane de at arabası. Seni düşününce o atı da seviyorum. Çay içiyorum. Artık ıhlamur içeceğim. Ne yumuşak, çağrışımlı, bağışçı, düşcül şeydir ıhlamur. Evimizin önünde bir ıhlamur ağacı olsun. Sen saksıda da yetiştirebilirsin ıhlamuru. Gece yatakta Memo’yla hep seni konuştuk. Susunca seni sustuk. Uyuyunca seni uyuduk. Akşamları eve döneyim, kapıyı sen aç: gözlerin…Memo okuldan dönmüş olsun. Kaçıncı sınıfta olsun? Duygulu bir adamım ben. Bir film görmüştüm eskilerde; bir Fransız filmi; adı: “Jesuis un Sentimental.” O filmdeki adam gibi miyim nedir? Öfkem belli olur, coşkum ortaya çıkar da sevincim, üzüncüm dibe akar, orda büyür. Yalnız seninle güçlüyüm. Sen olmasan bir anlamım olamaz. Sev beni. Yaşayacağız. Her şeyimi sana borçluyum. Sana rastladığım sıralar yıkıntılıydım. Sen onardın beni. Tuttun elimden kaldırdın. Ben de ekmek gibi öptüm alnıma koydum seni, kutsadım. Aşk büyüdü, aşk! Sen hastanedeyken her gün yazacağım sana. Seni nice sevdiğimi anlatacağım. Yüzüğünden öperim. Cemal Süreya

2230e507674bfbf100534cbbe08e0e93

Yazar Hakkında

admin

Yorum Yaz