Kızımın küçük yaşlarda başlayan asansör fobisine maalesef halen bir çözüm getiremedik. Ne o tedirginliğinden vazgeçti ne de biz bu tedirginliği yenecek bir çözüm bulabildik. Ve sonunda bu fobiyi kabul ettik. Ben kabullendim çünkü bende de aynı fobi var.. Takıntılı bir fobi değil bu, kontrollü bir fobi.. Asansöre biniyoruz ama tanıdığımız bildiğimiz ve güvendiğimiz asansörlere. Onun dışında merdiven çıkmayı tercih ediyoruz, spor da oluyor zaten 🙂 Çok fazla katlı ise ve işimiz acilse zaten yine biniyoruz ama ikimizde de bir tedirginlik hep var. Ben belli etmesem de o da bendeki tedirginliği bence hissediyor.
Geçenlerde yine böyle fobi draması yaşarken, “Anne aklıma bir fikir geldi, keşke katlarda raylı bir sistem olsa ,bu sistemde de bir vagon gibi bir şey olsa biz bu şekilde inip çıksak… Fena olmazdı değil mi”? diyerek hemen bir fikir üretti.
Bir fobisi fikir üretmeye neden olmuştu. Ve ben buna bayıldım.. 🙂
Geçenlerde sanayicilerimize bir eğitim verirken de bu örneği verdim. Bazen hayat içinde yaşadığımız deneyimler, korkularımız, ya da hobilerimiz bizi fikir üretmeye itebilir. Her fikrin arkasında bir problem ya da daha iyi nasıl olabilir sorusu vardır.
Hayatımızda kıllandığımız tüm buluşlara baktığımızda da bunu görebilirsiniz. Her bir buluşun hikayesinde bir itici güç vardır; yaşanılan bir problem, yaşanılan bir sıkıntı ve nasıl çözebilirim sorusu..
Örneğin; bir Amerikan oyuncak imalatçısı olan olan Arthur Spud Melin ile ortağı Richard Knerr, sahilde birbirlerine plastik piknik tabağı atan insanları görünce frizby’i tasarlayıp, ürettiler. Ve yine aynı ekip, Avustralya’da plastik halkalarla oynayan insanları görünce de Hulahup’u üretmeye başladılar. Ve özellikle teknoloji gelişinceye kadar (tablet bilgisayarla vs) hulahup oldukça popüler bir ürün oldu. Bu arada adını da Hawaii’deki hula dansından almıştır. 🙂
Günlük beslenmede çok tercih ettiğimizin Sandviçin de bulunması ilginç bir hikayeye dayanıyor.. Sand ve wich sözcüklerinin birleşiminde oluşan bu kelime aslında Kumköy anlamına gelir ve İngiltere’de kent bölgesinde bulunan bir köyün ismidir. Bugün kıyıdan 3 km içeride kalan bu köy, daha önce bir limandır ve bu limanın sorumluluğunu alan Sandwich Kontu 1762’de bir gün ağarıncaya kadar kumar oynarken çok acıkır ve birşeyler atıştırmak ister. Oradaki garsonlara et getirmelerini söyler. Kağıt oynadığı için de elleri kirlenmesini istemediği için eti iki dilim ekmek arasına koyarak getirmelerini söyler. Çünkü yağlı elleriyle oynarsa, oyun kartlarına yağlı parmakların bırakacağı izleri rakipleri takip edebilir ve oyun planını çözebilirdi. Stratejisi işe yaradı ve atıştırmalığı İngiltere’nin tüm önde gelen kumarhanelerinde yayıldı. Ve böylece de “Sandviç” hızlıca İngiliz yaşamının, beslenme şeklinin önemli bir parçası oldu. Şu anda da zaten tüm dünyada bilinir bir beslenme ürünü.
Daha inanın böyle pek çok hikaye var.
Kızımın fikrini not aldım bir yere… Şimdilerde de “Berk Mucit Oldu” kitabını okurken fikirler üretmeye çalışıyor. Kitapta Berk’in fikirleri onu fikir üretmeye yönlendiriyor. 🙂 Kitabı kesinlikle öneririm…
Güzel ve Bol fikirli Bir hafta Olsun… 🙂