Bulunduğunuz yerde geriye doğru yaslanın, derin bir nefes alın. Derin ve yavaş… (Bu arada gün içinde farkında olmadan çok hızlı nefes alıp verdiğimizi de fark edeceksiniz)
Derin bir nefes alıp verdikten sonra da hayatınızı şöyle bir gözden geçirin. Herşeyi ne kadar da hızlı yaşıyoruz değil mi? Hızlı öğreniyoruz, hızlı gidiyoruz, bir an önce varmak ya da bir an önce gitmek istiyoruz. Bir kuyrukta 5 dakika bile beklemeye tahammülümüz yok artık. Kırmızıdan yeşile geçmeden arkamızda korna çalan sürücüler var artık. Alışverişlerimiz hızlı, sohbetlerimiz hızlı, tatillerimiz hızlı..
“Bugün koşturma ile geçti, günün nasıl geçtiğini anlamadım” sözleri ile daha çok övünür hale geldik. Ne kadar hız o kadar çok iş halletmenin hazzı ile mutlu olmaya çalışıyoruz ama gittikçe daha da mutsuzlaşıyoruz. Günün nasıl geçtiğini anlayarak yaşamak lazım aslında.
Saatlerce bir ufka bakarak oturduğumuz, gözümüzü kapatıp sadece müzik dinlemeye odaklandığımız zamanlar yok artık. Çocuğumuzun oynadığı oyunu şöyle oturup keyifle doyasıya seyretmiyoruz. O oynarken biz hızlıca başka işleri hallediyoruz çünkü..
Bir kitabı doyasıya, sindire sindire okumayı bile unuttuk belki de. Daha çok kitap var okunacak deyip, elimizdekini hızlı hızlı okuyup bir sonrakine geçiyoruz. Okuyacaklarımız bitmeden yeni kitapların siparişini veriyoruz. Hikayeleri ve kahramanları özümsemeden okuyoruz belki de.
Bir konu ile ilgili detaylı düşünmeler, araştırmalar, uzun keşifler çok uzaklarda kaldı. Bir tıkla bir bilgiye hemen okuyup, bir sonrakine geçiyoruz. Herşey yüzeysel, derine inmeye gerek duyulmuyor. Derine inmek zaman aldığı için buna vakit ayırmak istemiyoruz. Çünkü çok hızlı olmak istiyoruz.
Bir arkadaşımızla sohbet ederken, elimizde telefonla sosyal medyayı takip edebiliyoruz. Dinlemiyor, hızlıca karşımızdakinin anlattıklarından özet bir bilgi çıkarmaya çalışıyoruz. Hızlı dinlemeye çalıştıkça dinlememeye başlıyoruz.
Çalışma hayatlarımızda herşeyin en süper hızda halledildiği işleri çok verimli sayıyoruz artık. Bir iş ne kadar kısa sürede bitirilirse ve bir sonrakine ne kadar çabuk başlanırsa o kadar mükemmeliz. Mesaiye kalmanın başarılı olmakla bir tutulduğu yerlerde koştura koştura çalışıyoruz. Ne kadar çok iş yaparsan ve ne kadar çok hızlı olursan performansın da o kadar yüksek oluyor sanki. Ama bu hızın içinde yaratıcı düşünmeyi, inovatif düşünmeyi de unutuyoruz. Fikir üretme toplantılarının bir solukta yapıldığı şu dönemde düşünmeden fikir üretmeye çalışıyoruz ki, zaten üretemiyoruz da. Dolayısı ile bir sistematik düzen içinde herkesin aynı hızda çalıştığı, aynı şeyleri düşündüğü iş hayatında yaratıcı düşünmek ve üretmek de mümkün olmuyor.
Yavaşlık kavramını artık tembellik ile eşit tutuyoruz. Ama belki de başarılı olmak, mutlu olmak için biraz yavaşlamaya ihtiyacımız var. Aslında buradaki yavaşlamak, tamamen odaklanmak, dikkatini vermek ile ilgili. Hızın verdiği öfkeden ve kaostan kurtulmak bir nevi.
Şimdilerde artık bu yavaşlık kavramı üzerinde daha çok durulmaya başlandı. Japonya’da kullanılan bir terim var; KARÖSHİ– Çok Çalışmaktan Ölmek. Japon kültürüne has bir hastalık. Bununla ilgili en son okuduğum bir haber de vardı; Japonya’da reklam ajansı çalışanı Matsuri Takahashi çok çalışmaktan ölmüştü. Takahashi bir ay içinde 105 saat fazla mesaide çalışmış ve sonunda da belli süre sonra vücudu bu kadar çok çalışmayı kaldıramamış.
Yeni okuduğum Pürüzlü Mükemmellik kitabında yazdığı üzere artık Avrupa ülkelerinde bu konuya daha çok önem verilmeye başlanmış. Bazı büyük şirketler artık Yavaş E-Posta sistemine geçmeye başlamışlar. Yani günün sadece belirli saatlerinde maillere bakmak. Akşam iş çıkışı hiçbir şekilde artık iş ile ilgili e-posta okumamak ve göndermemek. Bize şu anda ne kadar yabancı bir durum değil mi?. Çünkü tatilde bile elimizden telefonları düşürmüyoruz. Ya bir işi hallediyoruz, ya da e-posta gönderiyoruz. Hatta “Bensiz de halledemiyorlar” diyerek kendimizce yersiz bir övünmeye de geçiyoruz.
Bu arada Mediacat yayınlarından Mehmet R. Doğan ve Yiğit Ahmet Kurt Tarafından yazılan Pürüzlü Mükemmellik kitabını da okumanızı kesinlikle tavsiye ederim.. Friksiyon kavramı, Hızın getirdiği kayıplar, Çalışma hayatında müşterilerimize daha kaliteli bir hizmet sunmak için süreçlere biraz friksiyon katmanın (Biraz yavaşlatmayı sağlayacak engeller) önemini örneklerle anlatan bir kitap. Bu yazıyı da kitabı bitirdikten sonra yazmak istedim zaten. Çok ama çok şey öğrendim…
Bir anne olarak da bu konuya baktığım zaman çocuklarımızla yaptıklarımız da aynı hızın kurbanı değil mi? Hep bir koşturma, hep bir hız ve bir çok şeyi çocuklara aynı anda vermeye çalışmak. Çocuklar da bu kaosun içinde bu hızın bağımlısı oluyorlar. Sıkıldım diyen bir çocuğu hemen meşgul etmeye çalışıyoruz. Ama can sıkıntısı da bir erdemdir. Ve çok şey öğretir insana.
Çok fazla bilginin içinde bilgece düşünmeyi unutuyoruz. Artık herkesin her şeyi bildiği bir dönemdeyiz ama aslında hiç kimse bir şey bilmiyor. Çünkü odaklı öğrenmeye zaman ayırmıyoruz.
Hızımıza biraz yavaşlık katmak, belki de bazı engebeleri yaşantımızda olumlu kabullenmek gerekiyor.
Ölçülü bir hızda yaşamaya başlamanın zamanı gelmedi mi sizce..
Çok güzel bir derleme olmuş, elinize sağlık. Kitabı beğenmiş olmanız ve özellikle “..çok ama çok şey öğrendim..” notu da büyük mutluluk verici.
Teşekkürler, selamlar.
Ben teşekkür ederim… Emeğinize sağlık…