Geçenlerde bir arkadaşım ile oturuyorum, ikimiz de çalışan kadınlarız, öyle olunca ne zaman bir araya gelsek konu hep bir şekilde işe, sanayiye, üretime, insanlara falan geliyor. Arkadaşım, “Çiğdem biliyorsun geçenlerde ben Sunum Becerileri eğitimi aldım, bunu almamdaki en büyük sebep de kendimi karşı tarafa iyi sunamadığımı yani anlatamadığımı fark etmem oldu” dedi.
“Nasıl yani” dedim. “Şöyle ki “dedi ve başladı anlatmaya;
Bir gün görev teslimi almak için firmamızın Genel Müdürlüğünden ilgili bir mühendis bayanla görüşmeye gittim. Bana yaptığı işleri devredecekti. Aslında yaptığı işin tanımı ben az çok biliyordum. Kişi tam 3 saat boyunca bana yaptığı işi en detaylı bir şekilde anlattı. Hem de en ufak detayına kadar. Üstelik o kadar güzel bir sunum hazırlamıştı ki, görsellerle ve detaylarla çok kapsamlı bir sunumdu. Burada fark ettiğim en önemli husus şu oldu; benim gün içinde anlatmaya gerek duymadığım, kendimce hallettiğim en küçük işleri bile sunumunda öylesine detaylı bir şekilde bana anlattı ki ben şaşırdım kaldım. Ve aslında yanlış yaptığımı fark ettim. Ben çoğu zaman yöneticime hallettiğim onca küçük şeyleri hiç anlatmam bile. Bir kriz mi var çözerim ya da bir küçük bir iş için belki saatlerce uğraşırım ama söylediğim şey sadece, “konuyu halletim” olur. Ben sadece sonucu bildiririm.
Arkadaşımla bu konu üzerine belki tam 3 saat boyunca görüştük. Sunum becerileri, teknikleri, kendini ifade edebilme, pazarlama, reklam, sosyal medya boyutu falan derken aslında bu çok kapsamlı bir konu. Aslında o kadar çok haklı olduğu bir konuydu ki. Ben de onun gibiyimdir. Gün içinde çok işi hallederim, çok krizler yaşarım ama gün sonunda kime rapor veriyorsam, kime bir şeyler anlatıyorsam bu ayrıntılara hiç girmem. Çünkü bu kadar yaptığım şey kendimce çok önemli değildir. Sadece olması gerekeni yapmışımdır, büyütmeye gerek yoktur. Sadece sonuca bakarım. Ama aslında elbette ki o sonuca ulaşmak için yaşadığın süreç de çok önemli. Çok küçük önemsiz gördüğün her bir detay, her bir uğraş, harcadığın her bir dakika çok ama çok önemli.
Sonrasında bu konuyla ilgili epey kendimle düşüncelere daldım. Ben 20 yıllık iş hayatımda çoğu zaman çok yüklü bir iş tanımı ile çalıştım. Çoğu problemleri kendimce çözdüm, bazı zamanlar bunları bir üstüme bile anlatmaya gerek duymadım. Çünkü benim için önemli olan sadece sonuçtu. Aslında doğrusu olan, sonuca ulaşmak için yaşadığın süreci de karşı tarafa gerektiğince anlatabilmek yani kendini karşı tarafa en iyi şekilde sunabilmek.
Böyle olunca da karşı taraf sizi yüzeysel tanımaz, sizin hakkınızda daha detaylı bilgiye sahip olur, bakış açısı değişir, davranışlarını değişir. (Değişmeyenler de vardır, bunlara yapılacak hiç bir şey yoktur!)
Bunun iş hayatındaki boyutu çok derin. Çalışan kadınlar için ayrıca bu konuyu tartışalım sizlerle.
Gün için de ister çalışan bir kadın olsun isterse evinde çocuklarıyla ve ailesi ile ilgilenen bir kadın olsun, gün içinde pek çok şey ile uğraşıyoruz. Özellikle çocuğumuz/çocuklarımız varsa bu yük çok daha fazla. Birden fazla sorunu hallediyoruz, pek çok şeyi karşı tarafa (eş, patron, yönetici, vb) yansıtmadan olayları toparlıyoruz.
Geçenlerde eşim geldi, “Bugün çok yoruldum, bir sürü raporla uğraştım, şunları bunları yaptım” dedi ve başladı anlatmaya.. Sabırla dinledim. Onun bana saatlerce anlattığı işi ben gün içinde belki çok daha zorunu yaşasam da çoğu zaman anlatmıyorum. Günün nasıl geçti, ne yaptın sorusuna, “Fena değildi, yoğundu falan” diyorum. Oysaki ne çok şey hallettim ben. Bir keresinde arabam bozuldu, cadde ortasında birkaç kişiden yardım isteyip arabamı ittim, sonra zorla toplantıya yetiştim, şunu bunu yaptım. Bir o kadar şeyin üstüne de eve geldim, yemek yaptım , kızımla ilgilendim falan filan… Akşam eşime dediğim şey ise sadece şu oldu, “Bugün araba bana zorluk çıkardı, bir bakıma ihtiyacı var”!!! Yahu desene işte, bozuldu, ittirdim, hatta ben de ittim, sonra şöyle koşturdum, eve geldim evde de şunları yaptım, falan filan.
Aynı şeyi Kızım Çizdi Ben Yazdım kitabımı yazdığımda da yaptım aslında. Koca bir hikayeyi toplamda 127 sayfaya sığdırdım. Aslında bakmayın, o hikayenin içinde o kadar çok yaşanmış detay var ki aslında. Onları da yazsaydım, anlatsaydım sizlere inanın sayfa sayısı 300 olurdu. Ama yapmak istemedim. Ben genel hatlarıyla hikayemi paylaşmak istedim. Detaylarla okuyanları boğmak istemedim. İşin özünü paylaştım sizlerle…
Sorun aslında sadece karşıya kendinizi anlatabilmekte. Anlatmak lazım ki karşı taraf sizi daha iyi anlasın. Sizi hissetsin, sizi öğrensin.
Bundan dolayıdır ki bir süredir eşime gün içinde neler yaptığımı en ufak detayına kadar anlatıyorum. O gün bir anlatmışım, şöyle bir durdu, şok oldu, eline sağlık dedi.. Sonra oturduğumuz masadan sıvışıp gitti. 🙂
Yaptığınız iş her ne olursa olsun çok ama çok önemli.. Kendinizce bunu önemsiz sayarsanız, karşı taraf da bunu önemsiz görür.
Siz yaptığınız şeyleri önemsedikçe ve karşı tarafa bunları sundukça kendinize olan inancınız ve gücünüz de artar.
Anlatın, sunun, kendinizi ifade edin. Yaptığınız işlerin çıktılarını, yararlarını mutlaka anlatın.
Buradaki anlatım, sunum, laf kalabalığı ya da gevezelik yapmak değil aslında. İşin özünü anlatabilmek. Ama bu özde önemli olan hususları da karşıya anlatın. Çünkü sizin önemsiz gördüğünüz şeyler aslında hikayenin en önemli parçası olabiliyor.
Küçük bir öneri, bence herkes (ister çalışın ister çalışmayın) sunum teknikleri eğitimi almalı.. Çok faydası oluyor inanın.. Ben bu eğitimi iş hayatımda gereklilik için almıştım. Ama özel ve sosyal hayatınızda bile faydası çok büyük oluyor… 🙂