Zor bir çocukluğum oldu benim. Çok küçük yaşta büyük sorumluklar almak zorunda kaldım, çocuk aklımla yetişkin gibi düşünmem ve davranmam gerektiği anlar oldu. Yaşadığım maddi ve manevi sıkıntılar nedeni ile hayallerimdeki pek çok şeyi gerçekleştiremedim. Eksik kaldı bir şeyler…. Ama yılmadım.. Belki bu zor çocukluk beni bugün daha güçlü yaptı, bilmiyorum.

Her zorluğun arkasından gelen aydınlık misali şimdi çok şükür daha iyi herşey, elbetteki zorluklar var ama galiba dayanma eşiğim yüksek kaldı.. Daha doğrusu güçlü olmayı öğrendik..

Çok uzun zamandır çocukluğuma gitmemiştim, daha doğrusu gitmek istememiştim.. Zorlukları hatırlamak, yaşanılan acılara geri dönmek istemedim.. Güzel anıları hatırlamaya çalıştım hep. Ama biri sorsaydı eğer “Çocukluğuna dönmek ister miydin?” diye, hep “HAYIR, ASLA” diyeceğimi düşündüm.

Hayır, çocukluğuma dönmek istemiyorum. Ama o çocuklukta bazı güzel anılarım var, onlara sadece o anlara dönmek istiyorum. Mümkün olsaydı eğer, sadece o anları yeniden yaşamak isterdim. Birden aklıma geldi, bir anı makinesi olsaydı örneğin, ve sizi istediğiniz anılara yeniden gönderseydi, işte o zaman harika olurdu. 🙂

Çünkü bazı şeyleri çok özledim…

Annem kokan bayramları,

Her öğleden sonra mahallemize gelen ve tek simit alabileceğimiz kişi olan simitçi küçük çocuğu beklemeyi ve simit aldığımızda mutlu olduğumuz anları,

Annemin çökelek salatasını, bu salatayı yaparak dostlarla yaptığımız beş çayı sohbetlerini,

Saatlerce üstünden inmediğim yeşil bisikletimi,

Annemle gittiğimiz sinema günlerini,

Harçlığımla biriktirip heyecanla Kevin Costner’ın kapak fotoğrafının olduğu dergiyi almaya gittiğim günü, ve dergideki röportajı defalarca okuduğum anları 🙂 (Halen hastasıyım 🙂 )

Evimizin karşı tarlasında akşam hava kararana kadar oynadığımız o güzel oyun anlarını, canım arkadaşlarımı, ( Neyse ki bazıları ile halen görüşüyoruz, bağımızı hiç koparmadık)

Annemle yaptığımız uzun yürüyüşleri,

Babamın bizi götürdüğü deniz kamplarını,

Çok özledim..

Bir başkaydı çocukluğumuz, şimdiki çocuklardan farklıydık, daha doğrusu şartlar farklıydı..

Daha çok oyun kokardık biz, daha çok sokaktaydık. Tarlalar bizim oyun alanımızdı, taşlar da tasarladığımız evlerin ana malzemesiydi.

Çevredeki inşaatlardan topladığımız ahşap parçalar bizim oyuncaklarımızdı.

Yokluğu bilir, bu yoklukla mutlu olmayı becerirdik.

En çok da paylaşmayı bilirdik..

Bakkalda çalışan erkek kardeşimin kazandığı ilk parayla bana aldığı ayakkabıydı mutluluk. Anneme olduğu destek de onu çok mutlu etmişti. Oysa sadece ortaokula giden küçük bir çocuktu.

Az çok iyi bilirdik, neden az diye sorgulamazdık. Üniversiteyi kazandığımda yerde satılan çantalardan almıştı annem bana, nasıl da mutlu olmuştum. Az ile yetinmeyi bilmenin verdiği bir mutluluktu bu. Çantam oldu ya derdim, bundan daha ötesi var mı?

Tüm bunlar nereden aklıma geldi derseniz, okuduğum bir kitap götürdü beni çocukluğuma, Özgür Bacaksız’ın Mutsuz Çocuklar Ülkesi kitabını okurken işte bu özlemler canlandı bende, küçük Çiğdem’e yolculuk yaptım. Tatsız anılar yine burktu içimi ama özlediğim güzel anılar da yüzümü güldürdü.

Bir anı makinesi yapılırsa ilk kimin haberi olursa bana bilgi versin, ilk müşterisi ben olurum. 🙂 Ve özlediğim o anılara yolculuğumu yaparım hemen. Ama sadece o anılara…

Çocukluğumuzu kaybetmemek lazım, Büyüdükçe o çocuğa daha çok ihtiyacımız oluyor çünkü.

Özgür Bacaksız’ın kitapta yazdığı gibi;

Düşlerini yitirenler, aklını da yitirdi

Çocukluğunu kaybedenler, büyüklüğünü de kaybetti

kuşlar dünyaya inanmaktan vazgeçti…

 

Yazar Hakkında

admin

Yorum Yaz