Benim hiç odam olmadı. Tek bir odayı üç kardeş paylaşmaya çalıştık. İki kız bir erkek olunca, annem bir çare bulmaya çalıştı. Bir demir profil ile odayı ayırdık. Bu profili kaplayacak bir malzeme alacak durumumuz da yoktu o zamanlar. Annem bir perde ile bu profili örterek buna da bir çözüm getirdi. Hep derim ya, her annenin içinde bir mühendislik ruhu vardır diye 🙂
Ama erkek kardeşim yine de durumdan memnun değildi çünkü odaya ilk giriş kısmı onun bölümüydü. Biz girerken mutlaka onun alanından geçmek zorundaydık ki o da bunu hiç sevmezdi. O da çok isterdi kendine ait bir odası olmasını.
Bizim taraf da çok da iyi sayılmazdı aslında. Aradaki paravan sesi engellemezdi. Örneğin özgürce şarkı dinleyemezdim, söyleyemezdim. Müziğin sesini istediğim gibi sonuna kadar açamazdım. Bu sebepledir ki ben bugün kulaklıklarımı taktığımda müziğin sesini sonuna kadar açarım. Arabamda müziğin sesi yüksektir. Özgürce açarım sesini.
Ders çalışmalarım ise tam bir perişanlık göstergesiydi. Sessiz bir yere ihtiyacım vardı ve bu yer de sadece annem ve babamın yatak odasıydı. Çalışma masam yoktu, ben küçük bir şifonyerin üstünde çalışmaya çalışırdım. Kışın oda çok soğuk olurdu. Ama üniversiteyi kazanmayı çok istediğim için tüm zorluklara rağmen çalışmaya devam ederdim.
Üniversiteyi kazandığımda yurda yerleşirken bana 12 kişilik oda düştüğünde, “Çiğdem senin bu kaderin nedir” dedim kendime. 🙂 İkinci sene ise 4 kişilik odaya çıkmak benim için bir bayramdı. Üç sene boyunca 4 kişilik odada kalmak benim için büyük bir konfordu.
Sonra evlendim, kendime ait bir evim olduğunda, tüm ev herşeyiyle bana aitti ama bir şey yine sanki eksikti. Bana ait bir odam olmalıydı. Kitaplarımı okuyacağım, yüksek sesle müzik dinleyebileceğim, yeri gelip hayaller kuracağım, yazılar yazacağım ahşaplarımı boyayabileceğim ve puzzel çalışmalarımı yapacağım bir oda. Bir anlamda çalışma atölyesi belki de. Koca bir salonu misafirler için dekore etiğimizde ve yeri geldiğinde aylarca kapalı kalan bu odaya zaman zaman içim acıyarak baktım. Benim bir odam yok ama misafirlerin var dedim. 🙂
Sonrasında tabii ki yapacağımı yaptım, evimde kendime ait bir oda dizayn ettim. Bilgisayarım, okuma kanepem, kitaplığım, küçük bir televizyon ve eliptik bisikletim şu an bana yetiyor. Biliyorum ki bu oda benim odam. İnternetten deliler gibi çalışma odası ve çalışma atölyesi tasarımlarına bakmam da bu yüzden. Kafamda çok güzel dizaynlar var. Bir gün kendim özgün bir çalışma atölyesi yapacağım. Söz verdim kendime.
Ama şimdi öylesine şükrediyorum ki, belki geç oldu ama bir odam oldu benim.
Kızımla sohbet ederken de bunları en güzel bir dille anlatmaya çalıştım ona. Bir odası olduğu için çok şanslı olduğunu, her çocuğun buna imkanı olmadığını, sahip olduklarımız için şükretmemiz gerektiğini anlattım. Çok şaşırdı benim eskiden bir odam olmamasına. Onun için bu imkânsız bir şeydi.
O zaman daha iyi anladım. Çocuklarımıza sahip olduklarımızın değerini bildirmeyi, şükretmeyi ve her şeye belki de aynı anda sahip olamayacağımızı öğretmenin önemini. Ama en önemlisi de sahip olduklarımızla mutlu olabilmeyi. Odasının küçük olduğunu, merdivenli bir yatak istediğini, oturduğumuz büyük salondan bizim kendi odasına taşınıp, kendisinin de salona taşınmasını bizden istediğinde bunları anlatma ihtiyacı hissettim. 🙂
Çocukluğumda, gençliğimde kendime ait bir odam olmadı ama ben o demir profil bölmeli odada, kardeşlerimle çok da güzel anılarım oldu. Yeri geldi çok güldük, yeri geldi birbirimize sarılıp ağladık. Az kavga da etmedik değil. Birbirimizi yedik zaman zaman..Yeri geldi annemi ağırladık odamızda, ona üzülmemesini söyledik. Bir yetişkin gibi onu teselli ettik.
Ne olursa olsun birlikteydik bu demir profil bölmeli odada.
İnanın, sahip olduklarımıza şükretmek ve onlarla mutlu olmak kadar önemli bir şey yok bu hayatta..